28 Haziran 2017 Çarşamba

Dünden Bugüne Nasıl Gelindi ? Yeni Dünya Düzeni Senaryoları ve Türkiye-3

21 Şubat 1995 Salı- Cumhuriyet Gazetesi / HALUK GERAY


-3-

Şeriatçılarla Uzlaşma Arayışı

   Türkiye'ye küresel senaryolarında en fazla yer veren yazarlardan biri de Samuel Huntington'dır. Huntington'ın, 'Uygarlıkların Çatışması' makalesi, yeni dünya düzeninin temel çatışmalarının uygarlıklar arasında olacağını belirtmekte ve Batı'ya tavsiyelerde bulunmaktadır(*). Bu çalışma, sadece akademik düzeyde değil dünya çapında siyasetçi ve devlet adamları arasında da tartışılmaktadır. Yazıda, "Halkların en yüksek ve en geniş kültürel kimlikleri" olarak tanımlanan uygarlığın hem nesnel (dil, tarih, din, gelenek, kurumlar) hem de sübjektif (halkların kendilerini nasıl tanımladıkları) öğelerinin bulunduğundan yola çıkılmaktadır. Dünyanın, Batıcı, Konfüçyüsçü, Japon, İslam, Hindu, Slav-Ortodoks, Latin Amerika uygarlıklarının kendi arasında ve özellikle Batı'yla çatışmasıyla karşı karşıya kalacağını savunan Huntington, ekonomik modernleşme ve toplumsal değişimin dünya çapında insanları yerel kimliklerinden ayırdığını, bunun sonucu olarak ulusal devletlerin bir kimlik kaynağı olarak zayıfladığını, ortaya çıkan boşluğu pek çok yerde dinin doldurduğunu söylüyor. Huntington bölgesel ekonomik blokların ortaya çıkmasının da kültürel ve dini bloklaşma ile bir arada gittiğine dikkat çekiyor. Türkiye'nin yanında İran, Pakistan, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Tacikistan, Özbekistan ve Afganistan'ın yer aldığı Ekonomik İşbirliği Örgütü'nü (EKO) 'Arap olmayan Müslüman ülkeleri bir araya getiren' bir örgüt olarak tanımlıyor. Avrupa Birliği ise Avrupa kültürü ile Hıristiyanlık etrafında oluşuyor.

Uygarlıkların fay hatları

   Uygarlıkların fay hatları sınırlarının, ileride çatışma sınırlarını oluşturacağını söyleyen Huntington, Avrupa'daki en önemli bölünme hattının, Batı Hıristiyanlığının 1500'deki doğu sınırı olduğunu belirtmektedir. Bu hat Finlandiya, Baltık devletleri ve Rusya'yı ayırmakta; Belarus ve Ukrayna'yı ikiye bölerek, güneyde Habsburg ve Osmanlı imparatorluklarının tarihi sınırlarıyla buluşmaktadır. Bu çizginin batısında ortak deneyler vardır; feodalizm, Rönesans, Reformasyon, Aydınlanma, Fransız devrimi, sanayi devrimi. Hattın batısı ekonomik açıdan daha iyi durumdadır ve demokratik sistemler olarak Avrupa'yla bütünleşmeyi hedeflemektedir. Bu çizginin güneyinde ve doğusunda kalanlar ise ekonomik açıdan daha zayıf, istikrarlı demokratik siyasal sistemleri geliştirme olasılıkları zayıf ülkelerdir. Hattın doğu ve güney tarafı (Rusya, Ortodoks Doğu Ukrayna, Sırbistan, Bulgaristan, Makedonya. Yunanistan, Arnavutluk, Türkiye) daha çok Ortodoks ve Müslüman ağırlıklıdır.

Dine yeni bakış

   Huntington, çatışmakta olan ve ileride de çatışmaya devam edecek uygarlıklar arasında, Türkiye'yi İslam uygarlığının Türk alt-bölümüne yerleştirmektedir. İslam'ın Türk alt bölümü yanında Arap ve Malay alt bölümleri bulunmaktadır. Yazar, Türkiye’yi kendi sınıflandırdığı alt bölüm içinde göremediği için olsa gerek, dünya çapında en fazla 'parçalanmış' ülke olarak tanımlamaktadır. Parçalanmış ülkelerin yeni dünya düzenindeki yerine geçmeden önce, aralarında İslamiyet ve Ortodoksluğun bulunduğu çeşitli kültürlerde laiklik, anayasacılık, insan hakları, eşitlik, hürriyet, hukuk devleti, demokrasi gibi fikirlerin ‘titreşimler yaratmadığına' inandığını belirtelim. Batı'nın bu fikirleri yayma düşüncesi 'insan hakları emperyalizmi'ne karşı tepkiler yaratmakta ve temeldeki özgün değerlere dönüşü hızlandırmaktadır. Bazı ülkelerin, toplumun hangi uygarlığa ait olduğu konusunda bölünmüş olduğuna dikkat çeken Huntington, Türkiye'yi bu ülkelere en açık ve 'prototip' ülke olarak göstermektedir. Atatürk'ün modern ve laik bir Batılı ulus devlet kurmak istediğini söyleyen yazar, toplumdaki bazı unsurlarınsa Türkiye'nin Müslüman bir Ortadoğu ülkesi olduğuna inandıklarını belirtmektedir. Ancak, Türkiye'nin yerinin belirlenmesinde çok önemli bir nokta, ülke içindeki tartışmalardan çok, Batı'nın Türkiye'ye yönelik tutumudur.

Türkiye'ye Taşkent adresi

   Huntington, Batı’nın Türkiye'yi Batılı olarak tanımamasına dikkat çekmektedir. Avrupa Birliği'nin Türkiye'yi içine almayacağının belli olduğunu belirten Huntington, Henze'nin sorduğu soruyu yinelemektedir: “Mekke'yi reddetmiş ve Brüksel tarafından reddedilmiş Türkiye, nereye bakacaktır?" Sorunun yanıtını 'belki de Taşkent' olarak veren Huntington, şunları belirtmektedir:

"Tarihsel olarak Türkiye, en fazla parçalanmış ülkedir. Meksika zamansal olarak en yakın parçalanmış ülkedir. Küresel olarak en önemli parçalanmış ülke Rusya'dır. Bir parçalanmış ülke, kendi uygarlık kimliğini yeniden tanımlayabilmek için üç unsura ihtiyaç duyar: Birincisi, ülkenin siyasi ve ekonomik eliti genel olarak bu hareket hakkında destekçi olmalıdır. İkincisi, kendi kamusu buna hazır olmalıdır. Üçüncüsü, alıcı uygarlıktaki belirleyici grupların öbürünü kucaklamaya hazır olmasıdır. Meksika örneğinde üçü de mevcuttur. Türkiye örneğinde ilk ikisi mevcuttur. Rusya örneğinde üçünün olup olmadığı da Batı'ya girme anlamında belirsizdir."

   Türkiye'de hem elitlerin hem de halkın Batılı kimliği kabule hazır olduğunu kabul eden Huntington, 'alıcı uygarlığın etkili gruplarının' Türkiye'yi kabule hazır olmadığını söyleyerek aslında 'parçalanmanın' içsel değil, dışsal olduğunu da itiraf etmektedir. Acaba, Batı ülkelerinin senaryolarında, Türkiye'yi arasına kabul etmeyerek, ‘Taşkent'e ve Ortadoğu'ya bakmasını sağlamak mı yer almaktadır?

‘Türkiye Batılı olmamalı'

   Huntington'un Batılı ülkelere yaptığı tavsiyeler, bu sorunun yanıtını kendiliğinden vermektedir:

   "Kısa dönemde, Batı kendi içinde daha fazla işbirliğini teşvik etmeli (Avrupa-Kuzey Amerika), Doğu Avrupa ve Latin Amerika gibi Batı'ya yakın kültürleri kendi içine katmalı; Rusya ve Japonya ile işbirliği ilişkilerini sağlamalı ve teşvik etmeli; yerel uygarlık içi çatışmaların büyük uygarlık içi çatışmalara doğru tırmanmasını engellemeli; Konfüçyen ve İslami devletlerin askeri genişlemesini sınırlandırmalı; Konfüçyen ve İslami devletler arasındaki çatışma ve farklılıkları sömürmeli; meşru Batı çıkarlarını yansıtan uluslararası kurumları ve değerleri güçlendirmeli ve Batılı olmayan devletlerin, bu kurumlara katılımını teşvik etmelidir. Uzun dönemde ise, aynı zamanda, Batı'nın diğer uygarlıkların altında yatan dini ve felsefi varsayımların temelini ve bu uygarlıkların halklarının kendi çıkarlarını nasıl gördüklerinin yollarını daha fazla anlamayı geliştirmesi gerekmektedir. Bu, Batı ve diğer uygarlıklar arasındaki ortak unsurları tanımlamasını gerektirecektir. İlgili gelecekte, evrensel bir uygarlık olmayacak, onun yerine bir arada yaşamayı öğrenmesi gereken farklı uygarlıklar olacaktır."

   Huntington, yukarıdaki alıntıdan da anlaşılacağı gibi, Batı'ya kabul edilecek ülkeler arasına Türkiye'yi katmamaktadır. Huntington, hem halkının büyük çoğunluğunun hem de yönetici elitlerin Batılı olmayı amaçladığını kabul ettiği Türkiye'yi, kendisi de Batı uygarlığına alınacak bir ülke olarak görmemektedir. Bunun nedeni, Türkiye'nin, yeni dünya düzeninde alacağı rolü, Batılı bir ülke olarak değil, 'İslam uygarlığının Türki alt grubu' olarak üstlenmesinin Batı'nın çıkarına uyacağı varsayımı olabilir. Böyle bir Türkiye, Huntington'un kısa dönemde Batı'ya yaptığı tavsiyelerin yerine gelmesinde 'piyon' olarak kullanılabilir. Bu yaklaşımın, eski CIA'cı Henze'nin dizinin birinci bölümündeki yaklaşımına paralelliği, her halde rastlantıdır! Huntington, Türk halklar ile Slavlar arasındaki çatışmalara da büyük önem vermektedir:

   "Rus tarihinin büyük bir bölümü, Slavlarla, sınırlarda yaşayan Türki halkların savaşıdır ve Rus devletinin kurulduğu 1000 yıl öncesine gider. Bu durum sadece Rus politikalarına değil, Rus karakterine da hâkim olmuştur. Bugün Rus gerçeğini anlamak, Rusları yüzyıllardır uğraştıran büyük Türk etnik grubuyla ilgili kavramlara sahip olmayı gerektirir."

Uzlaşmanın adı , 'ılımlı İslam'

   Yeni dünya düzeninde, ABD'nin şeriatçı güçlerle, kültürel ve siyasi anlamda bir uzlaşma aradığı açığa çıkmaktadır. ABD'li bazı yazarların kavramlarında şeriatın yerini 'ılımlı İslam’ veya 'ılımlı köktendincilik' almaktadır. ABD kökenli ve saygıdeğer olarak bilinen akademik dergilerde son iki yıldır bu eğilimi gözlemek mümkündür. Bu makaleler, ABD tarafından dünyanın dört bir tarafındaki hedef kitlelere ulaştırılmaktadır. Bu dergilerin bazılarında, akademisyenlik düzeyleri tartışmalı bazı yazarlar, Atatürk'e ve Türkiye demokrasisine saldırmaktadırlar. Şeriatçı Sudan'ın Londra Büyükelçiliği'nin Basın Ataşesi Abdelwahab El-Efendi, İslam dünyasında demokrasiyi ele alırken, Türkiye'yi, "Müslüman dünyasının, Arap olmayan kesimlerinde durum daha iyi değildir. Türkiye'de Atatürk'ün eleştirisi ve empoze ettiği laik politik ve toplumsal sistemin temellerini eleştirmek yasaktır" diyerek karalıyor(**). Londra'dan Türkiye yazılırsa, ancak bu kadar yazılır herhalde!.. 'Medine Vesikası’ndan, laiklik tartışmalarına kadar İslamcılann birer birer boy göstererek milyonlarca izleyiciye ulaştığı bir ülkede 'Atatürk'ün ve laik sistemin' eleştirilmesinin yasak olduğu yazılabiliyor. Genel olarak Ortadoğu ve İslam dünyasında demokrasiyi inceleyen diğer yazarların da Kürt sorununu bahane ederek Türkiye'yi demokratik bir rejim olarak göstermedikleri dikkat çekmektedir.

   Halklarının büyük çoğunluğu Müslüman olan ülkelerde, sadece Türkiye'de 'Müslümanlar'ın yıllardır kendi siyasal partileriyle seçimlere girdiklerine bir tek yazıda bile dikkat çekilmemektedir. Yoksa Suudi Arabistan, yıllardır Batı üniversitelerindeki çeşitli kürsülere sağladığı milyonlarca dolarlık maddi yardımın semeresini mi almaktadır?

İslam'a yeni rol

   Aslında Batı karşısında İslam karşıtlığı, özellikle İran İslam devriminden sonra İslami hareketlerin Batı karşıtı olmalarına duyulan tedirginlikten kaynaklanmaktaydı. ABD ve Batı, başka nedenler yanında bu yüzden İran-lrak savaşında Irak'a destek vermişti. 1979'dan sonra Batı kamuoyunda gelişen söylem, güçlü anti-İslam duygularla beslenmekteydi.

   1979-1991 yılları arasında laiklik eleştirileri sınırlı kalmıştır. Soğuk Savaş'ın çeşitli düzeylerde sürüyor olması da bu tutumda etkili olmuştur. Ancak, Batı, yeni dünya düzeninde İslam'a da yeni roller biçmeye hazırlanmaktadır.

   En önde gelen amacın, İslam'ın anti-Batı söyleminin kırılması olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle ABD yazınında, anti-Amerikancı olmadığı takdirde köktendincilikle uzlaşma arayışı içinde olunduğu söylenebilmektedir.

HALUK GERAY
21 Şubat 1995 Salı- Cumhuriyet Gazetesi 

(*) Samuel P. Huntington, 'The Clash of Civilizations?', Foreign Affairs. Summer 1993, ss. 22-49.


(•*) Abdelwahab El-Efendi. 'Eclipse of Reason: The Media in the Muslim World' Journal of International Affairs, Summer 1993, ss. 163-193.


Dizini birinci ve ikinci bölümleri için bakınız:

Dünden Bugüne Nasıl Gelindi ? Yeni Dünya Düzeni Senaryoları ve Türkiye-1
(Atatürk’e Karşı Sinsi Plan)


Dünden Bugüne Nasıl Gelindi ? Yeni Dünya Düzeni Senaryoları ve Türkiye-2
(ABD'nin Tarikat Hesapları)